Paylaşım Türkiye
Osmanlıca 212
Paylaşım Türkiye
Osmanlıca 212
Paylaşım Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


paylaşım forumu, site ekle, site tanıt, dizin
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlSite ekleGiriş yap

 

 Osmanlıca

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
hacker
Moderatör
Moderatör
hacker


uyarı yok
Mesaj Sayısı : 794
Kayıt tarihi : 10/03/10

Osmanlıca Empty
MesajKonu: Osmanlıca   Osmanlıca EmptySalı 6 Tem. - 0:46

Osmanlıca

Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.
Türkçe bakımından, Osmanlıca’da aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçe’sinden sonra günümüze kadar Türkçe’nin başlıca şekilleri hemen hemen hep ayni kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu Türkçe’si arasında belirli ayrılıklar vardır.
Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu Türkçe’si, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında bir devre farkı yoktur.
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe’si ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıca’nın başlangıcını teşkil eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi.
Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca’nın içinde daha sonraları da kendisini muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçe’sine geçenler bile olmuştur. Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır. İşte geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya çıkışı dışında, Osmanlıca’ya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk hâkim olmuş, 16. asırdan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir.
Osmanlıca’yı batı Türkçe’si içinde bilhassa Türkiye Türkçe’sinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçe’sinden farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe’sinden de, Türkiye Türkçe’sinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe’nin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçe’yi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçe’yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçe’nin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur.
Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur. Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsça’dan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun’î bir dil manzarası göstermiştir.

Osmanlıcanın devreleri

Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır. Osmanlıca’nın 15. asrın sonu ile 16. asrın büyük bir kısmını içine alan ilk devresi Eski Anadolu Türkçe’sinde yazı diline sokulmağa başlayan Arapça ve Farsça unsurların Türkçe’yi istilâ işinin çok sür’atlendiği devredir. Bu devre, Osmanlıların İstanbul’a yerleşmesinden sonra kurulan saray hayatı ile başlamış, bu saray etrafında gelişen edebiyat ve kültür hayatının Arap ve Fars kültür ve edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaşka bir istikamet vermiştir.
Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu kaybetmiş, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıştır. Fakat daha sonraki asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir. Yabancı kelime ve terkiplerin sayısı ve çeşitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri henüz son haddine varmış değildir. Fakat iyice karışık dil yolunda çok sür’atli bir gidiş, çok kesif bir hazırlık vardır. Öyle ki devrenin sonu, yani 16. asrın sonları artık koyu Osmanlıca’nın tam bir başlangıcı hâline gelmiştir. Böylelikle ilk devir sona ermiş ve Osmanlıca’nın yeni bir devri gelip çatmıştır.
Bu devre Osmanlıca’nın ikinci devresi olup 16. asrın sonundan 19. asrın ortalarına kadar süren devredir ki başlıca 16. asrın sonu ile 17. ve 18. asırları içine alır. Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçe’ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur. Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmış bir hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun’î dilin en yüksek noktasından aşağıya doğru dönmeğe başlamış ve üçüncü devresine girmiştir.
Osmanlıca’nın ayni zamanda son devresi olan bu üçüncü devre, 19. asrın ortalarından başlayıp 20. asrın başlarına kadar gelen, yani Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan devri içine alır. Bu devrenin son örnekleri 1908’den sonra da Cumhuriyete kadar, sür’atle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir nıüddet daha devam etmiştir. Bu üçüncü devre karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybettiği devredir. Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sun’î bir koyuluk göstermekle beraber umumî olarak bir çözülme yoluna girmiş durumdadır. Bu çözülme nihayet 20. asrın başlarında tamamlanarak Osmanlıca’nın hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçe’sine geçilmiştir.
Osmanlıca’nın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark da batıdan gelen yeni mefhumlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır. Bu hususta bazen çok sun’î hareketler olmuş, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır. Fakat umumiyetle terkipsiz Türkçe’ye gidiş temayülleri artmıştır. Eski devirde de koyu Osmanlıca’nın yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede umumî yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmışlardır.
Bu devrenin sonları ise Türkçe’nin aydınlığa çıkışının açık müjdeleri ile doludur. Öyle ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlıca’da, bir eli Türkiye Türkçe’sindedir. Değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye Türkçe’si, veya önce Osmanlıca, sonra Türkiye Türkçe’si olan şahıslar görülür. Hülâsa Osmanlıca’nın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden sür’atle temizlenmiş, böylece 20. asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçe’sine bırakmıştır.

Nazım dili, Nesir dili

Osmanlıca’nın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz şekilde üç devreye ayrılan uzun tarihi boyunca, nazım ve nesir sahasındaki görünüşü birbirinden farklı olmuştur. Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili arasında görülen ayrılıktır. Şiirin, bilhassa divan şiirinin muhteva ve şekil bakımından muayyen Ölçülere bağlı bulunması nazım diline de tesir etmiş ve Osmanlıca’da umumiyetle tek bir çeşit nazım dili oluşmuştur.
Buna karşılık Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir dili kullanılmıştır. ilmî nesir dili bir dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî nesir dili ise çok aşırı ve sun’î bir şekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve kelime gurubu silsilelerinden örülmüş bir dildi. Bu iki çeşit nesir dili Osmanlıca’da daima yan yana yürümüştür. Burada şu noktayı belirtelim ki adî nesirde edebî nesre göre bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da yabancı unsurlarla dolu karışık bir dil, bir Osmanlıca idi. İşte umumiyetle bir çeşit olan nazım dili ile iki çeşit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı bakımından Osmanlıca içinde farklı bir durumda bulunmuşlardır.
Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca’nın ilk devresinde nazım ve nesir dili aşağı yukarı birbirine yakındır. yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıştır. Daha çok nazım dilinde görülen terkipler, eski basitliğini muhafaza etmekle beraber bu devirde henüz fazla zincirleme hâlinde değildir. Umumiyetle nesir dili, nazım diline göre daha sade bir durumdadır. Fakat nazım dili pek değişmediği hâlde nesir dili gittikçe ağırlaşmaktadır devrenin sonlarında bu gidiş hızlanmış ve nesir dili nazım diline göre çok ağır bir dil hâline gelmiştir.
Osmanlıca’nın en koyu devri olan ikinci devrede ise bu koyuluk hem nazımda, hem nesirde görülür. Fakat nesirde çok aşırı bir durumdadır. Nazım dili ise eskiye göre o kadar ağırlaşmamış ve nesir dilinin yanında oldukça sade kalmıştır. Nazım dilinde eski basit terkipler yerini üçüzlü. dördüzlü ve daha geniş zincirleme terkiplere bırakmış nesirde ise ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle gelmiş, bilhassa edebî nesir Türkçe olmaktan büsbütün çıkmıştır. Üçüncü devrede ise nazım ve nesir dili birbirine yine yakındır ve her ikisinde de nisbî bir sadeliğe gidiş vardır.
Bu gidiş devre boyunca nesirde daha süratli olmuş, nazımda ise, koyu Osmanlıca devrinde divan şiirinde de tek tük olarak görülebilen sade örnekler gittikçe artmakla beraber, bol yabancı unsurlu ve terkipli dilden kurtulmak daha güç olmuştur Devre bittikten sonra sonra da Osmanlıca’nın Türkiye Türkçe’si içine taşmaları daha çok nazım dilinde olmuş ve daha sonra tarihî hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep nazım sahasında kalmıştır. Bu arada Türkçe’nin yakasını en geç bırakan eski dilin resmî muhaberede ve mevzuatta kullanılan köhne nesir dili olduğunu da unutmamak lâzımdır. Türkçe bugün bile yakasını bu kırtasiye dilinden tamamıyla kurtaramamıştır. Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan çok hususî bir koludur ve umumî nesir diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti yoktur.
Osmanlıcanın nazım ve nesir dili asıl, yabancı unsurlar bakımından değil, cümle yapısı bakımından birbirinden çok farklı bir durumdadır. Divan şiirinde mânânın bir beyitte tamamlanması, bir beyit dışına taşmaması kaidesi Türk cümlesinin yapısı için çok hayırlı olmuştur. Zira mânânın bir beyitle tamamlanması demek, bir beytin hiç değilse bir cümle olması, bir cümlenin en çok bir beyit uzunluğunda bulunması demektir. Gerçekten divan şiirinde her beyit en çok bir cümleden, birçok defa da birden fazla cümleden müteşekkil olmuştur. Bu suretle Osmanlı şiirinde cümleler daima kısa, unsurları sade ve yerli yerinde Türk cümleleri olarak kalmış, nazım dilinde Türkçe cümle yapısı Türkçe’nin bütün tarihi boyunca hiç değişmemiş bulunan normal karakterlerini muhafaza etmiştir.
Osmanlıca’nın bütün tarihi boyunca şiirde Türk cümlesi karşımıza daima sağlam olarak çıkar. Buna karşılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi tam bir perişanlık içindedir. Bu bakımdan nazım dilinin daima Türkçe kalabilmiş olmasına karşılık nesir dili çok az Türkçe olabilmiştir Çünkü nesirde şiirdeki gibi belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur. Nesir, cümle unsurlarının tam bir serbestliğe kavuştuğu sahadır. Cümlenin bir bütün teşkil eden yapısını bozmadan o unsurları istenildiği kadar genişletmek mümkündür. İşte cümle unsurlarının nesir dilindeki bu serbestliği Osmanlıca’da tam bir başıboşluk hâline gelmiştir.
Yani, nesir dilindeki serbestlik istismar edilerek, bilhassa gerundium ve edat guruplarında olmak üzere, cümle unsurlarının çerçevesi de, sayısı da gelişigüzel bir şekilde genişletilmiş, bu yüzden uzun uzun cümleler içinde cümle unsurları, aralarında çok defa yanlış bağlar kurulmuş olarak bir araya getirilmiştir. Bu suretle Türk cümlesinin sağlam yapısı Osmanlı nesrinde umumiyetle bozulmuş ve cümleler çok defa büyük bir kelime yığınından ibaret kalmıştır. Cümle unsurları genişledikçe, cümle uzadıkça hâkim olmak güçleşir, Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun kaidelerini iyice hazmetmiş olmak, onun yapısını teşkil eden örgü karşısında tam bir hassasiyete sahip bulunmak lâzımdır. Üç dilli bir dil olan Osmanlıca’da ise yazıcılar maalesef Türkçe’yi incitmeyecek bir nesir diline sahip olamamışlardır.
Bunda Osmanlıca’nın karışık dil olmasının çok büyük bir rolü vardır. Bu karışık dilin öğretimi sırasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve Farsça üzerinde toplanarak Türkçe ihmal edildiği gibi, yazı yazarken de Arapça ve Farsça terkipler yapmak hevesi Türkçe’ye itina etmeğe vakit bırakmamıştır. Bu hususla, Türkçe’ye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir sıraya konmadan yerli yerinde bırakılan Arapça ve Farsça’dan yapılmış tercümelerin de çok tesiri olduğunu unutmamak lâzımdır. Hülâsa, Osmanlıca’nın nesir sahasında Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya sahip cümlelerle bozuk düzen bir yazı dili manzarası göstermiştir. Bu bozuk düzenliği en çok Osmanlıca’nın ikinci devresinde görüyoruz. ilk devrede tercüme tesiri çok hissedilmekle beraber Eski Anadolu Türkçe’sinden devralınan nesir dilinde cümle yapısı oldukça sağlamdır. Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan tarafı kalmamıştır denilebilir.
Cümle yapısındaki bozukluğun nisbeti ise yabancı unsurların derecesi ile cümle uzunluğuna göre değişik olmuştur. Yabancı unsurları fazla ve cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk çok olmuş, oldukça sade ve kısa cümleli olan yazılarda ise daha az olmuştur, Osmanlıca’nın son devrine gelince, bu devrede nesir dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına kavuştuğunu görmekteyiz. Tanzimatla beraber nesirde artık Türk cümlesi sağlam bir yapıya sahip olmuştur.
Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla beraber, yine bir hayli uzun olmuşlar, fakat yapılan Türkçe’ye aykırı düşmemiştir, Arada sırada bozuk cümlelere rastlanmakla beraber umumî olarak nesir dilinde cümle yapısının büyük bir selâmetle çıktığı açıkça görülmektedir. Bu devrede nazım dilinde ise cümleler eskisinden daha fazla uzun olmak yoluna girmişlerdir.
Yeni edebiyatla beraber mânânın bir beyitte tamamlanması mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmış, böylece bilhassa devrenin sonlarına doğru uzun nazım cümleleri ortaya çıkmıştır. böylece cümlelerde nadir olarak bazen yapı sakatlıkları görülmekle beraber, Osmanlıca’nın bu son devresinde de, cümleler biraz uzadığı hâlde umumî olarak nazım dilinin cümle yapısı her zamanki gibi sağlam kalmış böylece Osmanlıca’nın ömrü tamamlandığı zaman Türk cümlesi hem nazım dilinde, hem nesir dilinde Türkiye Türkçe’sine sağlam bir yapı ile girmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Osmanlıca
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paylaşım Türkiye :: Genel Kültür :: Türk Dili-
Buraya geçin: