Paylaşım Türkiye
KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU   212
Paylaşım Türkiye
KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU   212
Paylaşım Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


paylaşım forumu, site ekle, site tanıt, dizin
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlSite ekleGiriş yap

 

 KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haso
Yetkingrafiker
haso


BANLANDI
Mesaj Sayısı : 2099
Kayıt tarihi : 02/08/10

Kişi sayfası
Altın Altın: 0
Para Para: 0

KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU   Empty
MesajKonu: KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU    KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU   EmptySalı 10 Ağus. - 2:34

Neredeyse modern psikiyatri tarihinin başlangıcından beri aşk
patolojileriyle ilgilenilmesine rağmen, hemen tüm insanların gündelik
yaşamlarında çok önemli olan "aşk", "arzu", "istek" gibi kavramlar ve
onların psikopatolojik görünümleri, günümüzün betimleyic psikiyatrisinde
yer bulabilmeleri çok zordur. Bugün betimleyici psikiyatride,
insanların aşk ilişkilerinde ortaya çıkan psikopatolojik görünümlere,
çok basit olarak sanrısal bozuklukların erotomanik alt-tipinde ve ilişki
sorunları arasında yer verilmektedir.

Bu yazıda, Hegelci felsefenin insan arzusu anlayışından ve ilişki
merkezli psikodinamik yaklaşımlardan yararlanarak, betimleyici
psikiyatri içinde yeterince ele alınamayan, başkasına yönelik arzunun
karşılıksız kalması halinde ortaya çıkan durumları, normalden en
patolojik olana doğru bir spektrum içinde ele alma fırsatı veren
"karşılıksız aşk sendromu" kavramını ileri süreceğiz.


"Karşılıksız aşk sendromu" bir spektrum bozukluğudur. Arzusu umduğu
düzeyde karşılık bulmayan, reddedilen ya da reddedildiğini düşünen
kişinin spektrumun neresinde yer alacağı, sağlıklı bir kendilik
organizasyonu gösterip göstermemesine, nesne ilişkileri bakımından
sergilediği performansa ve kullandığı savunma düzeneklerine bağlıdır.


Bu makale, yazarın konuyla ilgili literatürü araştırması ve kendi klinik deneyiminin sonucunda ortaya çıkmıştır.


Anahtar kavramlar: Aşk patolojileri, erotomani, karşılıksız aşk


Bugün betimleyici psikiyatride, insanların birbirleriyle duygusal
ilişkilerinde ortaya çıkan birincil psikopatolojik görünümlere yalnızca
"ilişki bozukluğu" ve "sanrısal bozuklukların erotomanik tipi"
içerisinde yer verilmektedir. "İlişki bozukluğu" başlığı altında
romantik ilişkilerin ne zaman klinik ilgi odağı haline geleceğiyle
ilgili hiçbir ölçüt belirlenmezken, "erotomanik tip sanrısal bozukluk"
ise yalnızca "genellikle daha yüksek bir konumu olan başka bir kişinin
kendine aşık olduğuna ilişkin sanrıları" kapsamaktadır. Tek başına bir
fenomen olarak ele alındığında bile oldukça tartışmalı olan,
etiyolojisinden (Raskin ve Sullivan 1974; Hallender ve Callahan 1975;
Seeman 1978) klinik görünümüne (Pearl 1972; Rudden ve ark 1980; Taylor
ve ark 1983; Ellis ve Mellshop 1985) tanı ölçütlerinden ve seyrinden
(Raskin ve Sullivan 1974; Hallender ve Callahan 1975; Seeman 1978; Ellis
ve Mellshop 1985; Evans ve ark 1982; Jordan ve Howe 1980) tedavisine
(Hallender ve Callahan 1975; Jordan ve Howe 1980; Rudden ve ark 1980;
Taylor ve ark 1983; Ellis ve Mellshop 1985; Stien 1986) birçok farklı
görüş ileri sürülen "birincil erotomani" konusunda son zamanlarda birçok
yeni toparlayıcı projeler ileri sürülmektedir (Meloy 1989; Rudden ve
ark 1990; Segal 1993; Mullen ve Pathe 1994). Yaşanan olayların da
zorlamasıyla konuya adli psikiyatri açısından hukuksal çözümler bulmaya
çalışılmaktadır (Perez 1993; Meloy ve Gothard 1995). Ama "birincil
erotomani" konusunda henüz yeterli bir çerçeveye bile sahip olmadığımız
kabul edilmektedir. "İlişki bozukluğu"nun romantik biçimlerinin neler
oldukları konusunda ise, genellikle psikodinamik yaklaşımla yapılan
uygulamalardan edinilen gözlemler ve kavramlaştırma girişimleri
(Kernberg 1995) dışında, yeterince fikir sahibi değiliz. Oysa "aşk" diye
anlatılan yaşantının böylesine kolayca ele alınamayacağını, onun en
olağan seyrinde bile kimi zaman psikolojik destek ve yardım olmaksızın
sürdürülemeyecek kadar zorluklarla dolu olduğunu tüm klinisyenler
bilmektedir. Kaldı ki aşk patolojileri, böyle birincil görünümlerinin
yanısıra, ruhsal rahatsızlıkların seyri sırasında ikincil olarak da
sıkça ortaya çıkabilirler.


Aşk yaşantılarının ve kimi zaman psikiyatrik desteği zorunlu kılan
psikopatolojik görünümlerin, uygulamada karşılaşılma sıklıkları
gözönünde bulundurulduğunda, ayrıntılı bir şekilde tanımlanmalarına, aşk
yaşantılarının patolojik görünümlerinin nasıl ayırdedileceklerinin ve
hangi durumda ne tür bir yardım (tedavi) yaklaşımının gerekli olduğunun
belirlenmesine gereksinim vardır.


Bu nedenle biz, aşkın "normal" ve patolojik görünümlerini geniş bir
spektrum içinde kavramanın olanaklı olduğu düşüncesiyle, başka birçok
klinisyenin de çaba gösterdiği bu konularda bir ilk adım olarak, yeni
bir modelin ilk taslağını sunmak istiyoruz.


Modelimiz, birincil (primer) aşk patolojileri için, psikodinamik
yaklaşım içinde geliştirilmiş ama ampirik gereksinimleri
karşılayabilecek şekilde genişletilme olanakları bulunan, savunma
düzeneklerinin matürden immatüre doğru kullanımlarını esas alarak
şekillendirilmiş bir spektrum bakışına dayanmaktadır.


Aşk patolojilerinin yer aldığı bu spektrum bozukluklarının tam***** ise,
"karşılıksız aşk sendromu" adını vereceğiz. Çünkü "karşılıksız"
nitelemesi, birincil aşk patolojilerinin tümünde ortak olarak
bulunmakta, gerçek bir ilişki olsun ya da olmasın, aşk patolojisi
yaşayan kişinin bu yaşantıyı "yeterli" bulmayarak patolojik savunmalara
yöneldiğine işaret etmektedir. Bu yolla birincil aşk patolojilerini ve
son dönemde yoğun tartışmalara konu olan homoseksüel erotomaniyi ve
diğer homoseksüel aşk patolojilerini de (Dunlop 1988; Boast 1994)
"karşılıksız aşk sendromu spektrumu" içinde kavrama olanağı ortaya
çıkmaktadır.


Ama önce insanın duygusal yaşantısının bir biçimi olarak aşka bakışımızı anahatlarıyla ortaya koymalıyız.


İnsan arzusunun ayırt edici niteliği ve sağlıklı aşk yaşantısı


Aşkı ve aşk patolojilerini inceleyebilmek için ilk yapılması gereken,
"insan arzusunun niteliği"ni nasıl kavradığımızı ortaya koyabilmektir.
Örneğin bugün çoğumuzun bakışına göre, insan arzusunun, diğer canlıların
arzulamalarından hiç de belirgin bir farkı bulunmamaktadır;
"gereksinim", "istek" ve "arzu" kavramlarının hepsi, hemen hemen aynı
anlama sahiptir ve insan bedenindeki organik bir işlevin zorlamasıyla
ilgilidirler. Biz ise, insan arzusunun niteliği sorununun çözümünde
Hegel'in "efendi-köle diyalektiği"ndeki bakışının oldukça yarayışlı
olduğunu düşünüyoruz. Hegel'e göre, "İnsan isteği ya da daha iyi bir
deyişle, bir bireyi özgür ve bireyselliğinin, özgürlüğünün, tarihinin ve
sonuç olarak da tarihselliğinin bilincinde kılan anthropogene (insan
kılan) istek, hayvanın duyduğu istekten (doğal, yalnızca yaşayan ve
hayatı hakkında yalnızca bir duyguya sahip olan varlığın isteğinden)
gerçek 'pozitif', veri olan bir nesneye değil de, başka bir isteğe
yönelmesiyle ayrılır. Böylece örneğin erkek ve kadın ilişkisinde istek,
eğer biri diğerinin bedenini değil de, isteğini isterse; eğer o istek
olarak isteği 'elde etmek', 'kendinin kılmak' isterse, yani istenmek ya
da 'sevilmek' yahut insan olması bakımından değerli olarak, insan bireyi
gerçekliğinde 'kabul edilmek' isterse, bu insani bir istektir."


..."Başka bir deyişle, insani, antropogene (insan kılan) özbilinci ve
insani gerçekliği doğuran isteklerin tümü, sonuç olarak 'kabul edilme'
isteğinin bir sonucudur... İnsan bir başka insana kendini empoze etmeyi,
ona kendini kabul ettirmeyi istediği ölçüde insandır... Başlangıçta,
henüz diğeri tarafından kabul edilmediği sürece, onun eyleminin hedefi
bu diğeridir ve onun insan olarak değeri ve gerçekliği bu diğeri
tarafından kabul edilmesine bağlıdır; hayatın anlamı bu diğerinde
yoğunlaşır." (Kojeve 1988)


Hegel'in köle-efendi diyalektiğindeki bu bakışı, psikiyatri dünyasında
ilk yankısını, Fransız psikanalist Lacan'ın çalışmasında bulmaktadır.
Lacan, Hegel'in tezinden insan isteğinin diğer canlıların isteklerinden
farklı olarak, fiziksel gereksinimlerin karşılanmasının yanısıra, bir de
sevgi ve tanınma isteğini de kapsadığı ve sorunun ancak öznelerarası
(intersubjective) bir bağlamda ele alınabileceği sonucunu çıkartır.
Lacan, bu nedenle istek (demand) ile arzu (desire) arasında bir ayrım
yapar: İstek, bedenin gereksimlerinden kaynaklanır ve daima kendine özgü
bir biyolojik öge taşır ama arzu asla istek ile aynı şey değildir;
arzu, her zaman isteğin hem ötesindedir hem de ondan önce vardır. Arzu,
isteğin ötesinde varolur demek, arzunun isteği aştığı yani sonsuz olduğu
anl***** gelir; çünkü arzuyu doyurmak olanaksızdır. Arzu, her zaman
söylenemez olanı imlediğinden hiçbir zaman doyurulamaz. En özgeci
olanları da dahil olmak üzere bütün insan eylemleri, "başkası"nı tanımak
yoluyla ortaya çıkar. Bu nedenle her kendini tanıma arzusu, aslında,
bir biçimde "başkası"nı tanıma arzusudur. Arzu, arzu için arzulamak,
yani "başkası"nın arzusunu arzulamaktır. Lacan için insan, gereksinim,
istek ve arzu arasındadır; bunların nerde başlayıp nerde bittikleri bir
türlü bilinemez. Örneğin ağlayan kardeşiğa, annesi bir parça çukulata
verdiğinde, çocuk, hiçbir zaman annenin bu eyleminin kendi
gereksinimlerinin giderilmesi için mi yoksa bir sevgi gösterisi olarak
mı gerçekleştirildiğini bilemeyecektir. Zaten bir bakıma arzunun
gelişmesinin temeli de isteğin yarattığı bu düş kırıklığıdır (Lacan,
1981; Madun 1995).


Arzuya Hegelci bakış, daha sonra nesne ilişkileri ve kendilik
psikolojisi kuramlarında, belirgin biçimde ortaya çıkmıştır. İnsan
ilişkisine, insan varoluşuna yapılan basit eklemeler değil, bizzat
varoluşun kendisi olarak bakan bu kuramlar sayesinde, insan
psikiyatrideki bilimsel yalnızlığından kurtulma şansına kavuşmuştur
(Cashdan 1988). Yine bu kuramlar sayesinde, aşk gibi arzulamanın
katışıksız biçimde kendini gösterdiği insan ilişkisi formlarını
ayrıntılarıyla ele alıp inceleme fırsatı doğmuş oldu.


Bu kuramlara göre baktığımızda, en özet şekliyle, aşkın insanın ilişki
içindeki varoluşunun yüksek bir olasılığı olduğunu görebilir; "sağlıklı
aşk yaşantısı"nı ise, aşkın evrensel fenomenolojisinin olgun bir
kendilik (self)'teki icrası olarak tanımlayabiliriz. Olgun kendilik, aşk
yaşantısını olgun savunma düzenekleri içinde yaşar; aşkı ve sevgiliyi
kendisine sunulan varolma fırsatından dolayı yüceltmeyi (sublimation);
kendisini yeterince onlara adamayı (alturism) bilir. Aşkı ve sevgiliyi
üstün tutar ama mutlaklaştırmaz; iyilik vaadine uygun biçimde eğlenmeye,
kendisini ve sevgilisini eylemeye (humor) çalışır. Yaşamın gerçeklerine
gözlerini kapamaz; kendi sınırlarının farkındadır; isteklerinin radikal
bir savunucusudur ama durulması gereken yerde durur, diretmez
(supression). İlişkinin gerçekliği içinde sağlıklı iletişimin yollarını
arar; "öteki"nin haklarını ihlal etmemek için gerekli özeni gösterir.
Cinselliği dışlamaz, eros ve agape'yi birbirinin karşısına dikmez.
Aşkına bir karşılığı talep eder ama zorlamaz, sevileni özgür bırakır,
manüpülasyondan medet ummaz. Bunlar dışında kalan aşk yaşantıları ise,
bizim "karşılıksız aşk sendromu" adını vereceğimiz spektrumun içine
düşer.


Karşılıksız aşk sendromu spektrumu


Karşılıksız aşk sendromu spektrumu için önerdiğimiz yeni modelin üzerine
inşaa olduğu temel özellikler, iki karakteristiğe dayanmaktadır.
Birincisi, yeni model, insanı tek başına, kapalı Newtoniyen bir sistem
olarak algılamaz; diğer insanlarla "ilişki"leri ve "diyalog" içinde
kavramaya çalışır; bu yüzden niceliksel ve betimsel farklılıkların
yanısıra, niteliksel ve dinamik farklılıkları öne çıkarır; yalnızca aşk
patolojisi yaşayan kişinin değil, ilişkinin karşı-kişisinin tutum ve
davranışlarını da gözönünde bulundurmayı önerir. "Karşılıksız aşk
sendromu spektrumu"nun anlaşılabilmesi için, özellikle savunma düzeneği
olarak yansıtmalı özdeşimin (projective identification) kullanıldığı
durumlarda, arzunun yöneldiği gerçek ya da imgesel aşk nesnesinin
özelliklerinin de ayrıca incelenmesi gerekmektedir.


Modelin ikinci karakteristiği ise, insan arzusunun ayırt edici
niteliğinin "başkasının arzusunu arzulamak" olduğu noktasından hareket
edilmesidir. Tanımladığımız spektrumun "karşılıksız aşk sendromu" adıyla
anılmasının nedeni de budur. Arzusu aşk ilişkilerinde (gerçek ya da
imgesel) karşılığını bulamadığında kişi, eğer "sağlıklı aşk yaşantısı"
için uygun bir kendilik gelişimine sahip değilse, bu sendrom spektrumu
içerisinde yer alan davranışlar sergilenmektedir. Sergilenen
davranışlardaki psikopatolojinin şiddeti ise, kullanılan savunma
düzeneklerine göre değişmektedir.


Buna göre, "karşılıksız aşk sendromu spektrumu"nun bir ucunda gerçek ya
da imgesel düzeyde sevdiğini düşündüğü kimsenin arzusunu istediği
düzeyde elde edemeyenlerin gösterdiği, çoğunlukla mazokistik nitelikte
olan ve normal sınırlar içinde değerlendirebilecek tepkiler, diğer
ucunda ise, günümüz psikiyatrisinde "Erotomani", "De Clerambault
Sendromu" gibi adlar alan tekli-sanrısal (monodelusional) bozukluk yer
almaktadır. Sendromun ortasında, normale yakın olan kısmında, son
zamanlarda, üzerinde bir anlaşmaya varılamamasına rağmen "karasevda"
(infatuation) (12), "obsesif aşk", "fanatik aşk" (Zona ve ark 1993;
Meloy ve Gothard 1995) başlığı altında sınıflandırılmaya çalışılan
bozukluk ile "De Clerambault Sendromu"na yakın olan kısmında "borderline
erotomani" adıyla anılan, "sanrısal olmayan (nondelusional) erotomani"
veya "çılgınca bağlanma bozukluğu" (violent attachment bozukluğu) gibi
adlar da alan (Meloy 1989) sanrının olmaması ve şiddet gösterileriyle
karakterize bozukluk bulunmaktadır.


Şimdi bunları birer örnekle göstermeye çalışalım:


VAKA I: (Mazokistik, normal sınırlara yakın aşk patolojisi)


Muayenehanenin telefon numarasını günlerce düşündükten, birçok tereddüt
yaşadıktan sonra rehberden bulmuş, utanarak ve sesinin bile
tanınabileceğinden korkarak temkinli bir şekilde almıştı. Hala şüphe ve
utanç içerisindeydi. Hiçbir not tutmamamı, kimliğiyle ilgili isminden
başka bir şey bilmemi istedi. Onun gibi elli yaşında, önemli bir iş
kadınının, ancak kızının yaşayabileceği böyle bir duruma nasıl oldu da
düştüğünü anlayamıyordu. Evet onun da kafası karışıktı ama buraya
aslında kendisi için gelmemişti.Üç ay önce kocası kalp krizi geçirmişti;
çok şükür önemli bir şey olmadan atlatmışlardı bu sorunu. Fakat
birlikte yürüttükleri iş yerinde, tüm sorumluluklar kendi üzerine
kalmıştı. Kolay iş değildi; milyarlarca liralık işlere imza atmak
durumundaydı. Neyse ki, eşinin üst düzey bürokrat bir arkadaşı imdadına
yetişmişti; işlerin çekip çevrilmesinde ona yardımcı oluyordu. Çok zeki
bir adamdı; dünyayı da çok önemsemiyordu; yıllar önce karısından
boşanmıştı; tek başına ve kendince yaşıyor, çevresinde çapkınlığıyla
tanınıyordu. Büroda işlere ara verdikleri bir sırada birgün "kazanova",
eşinden başka hayatta hiçbir erkek tanımamış olan arkadaşının karısına
da kancayı takmak da gecikmemişti. Yok kancayı takmadığını, kancanın
kendi kalbine saplandığını söylüyordu. Hayatın o güne kadar anlamsız
olduğunu anlamış, tüm enerjisini ne pahasına olursa olsun arkadaşının
karısının kalbini kazanmaya adamıştı. Hiç uyuyamadığını, yemek
yemediğini, kendisini içkiye verdiğini söylüyordu. Kötü durumu her
halinden belli oluyordu. Kocasından sonra bir de bu dostlarının
sağlığına bir şey olmasından endişeliydi; onun için bir şey yapmak
istiyor ama ne yapacağını bir türlü kestiremiyordu. Doğrusu başından
atmaya da pek niyeti yoktu; tüm bu olup bitenden içten içe zevk
almadığını söyleyemezdi; zaten her şeyi allak bullak eden de yaşadığı bu
karışık duygulardı. Henüz onun elini bile tutmadığı, tek kelime olumlu
bir söz söylemediği halde kendisini kocasına ihanet etmiş sayıyordu. O
tanınmış bir kadındı, ne ihaneti ne karışık duygular yaşadığı bu adama
bir şey olmasını içine sindirebiliyordu.


Bir süre sonra orta yaşın sonlarında, "görmüş geçirmiş" olduğu izlenimi
her halinden belli olan, kibar, etkileyici bir bey randevusuna geldi.
Önceki kadının öyküsünden hiç söz etmedi, açıkça bu yaştan sonra
yaşamında ilk kez "aşk hastalığı"na yakalandığını söyleyerek söze
başladı. Kendisine ne olduğunu anlayamıyordu, eğer aşktan söz etmese hiç
tartışmasız "depresyon" tanısı alırdı. Ona depresyon denilmesini
engeleyen tek durum, "o beni kabul eder, aşkıma karşılık verirse tüm bu
halim gider, dünyanın en mutlu insanı ben olurum" sözleriydi. Bunca
yılın kazanovası, her türlü gönül işinde usta olmasına rağmen
kadın-erkek ilişkilerinde bir genç kızdan bile daha acemi olan bir
kadının kalbini nasıl kazanamazdı? Bu kadının arkadaşının eşi olmasının
yarattığı suçluluk da her şeye tuz biber ekiyordu. Bu adam, "o" adamdı
ama böyle bir yüzleştirmeye giriş(e)medim zaten böyle bir girişimin
nasıl bir fayda sağlayacağını da çözemedim. Birkaç oturum, "aşk
yaşantısı"nda neler olduğunu konuşmadan dinledim; sonra birgün kazanova,
telefonla kendisini iyi hissettiğini, olumsuz bir gelişme olursa
yeniden başvuracağını kibar bir dille anlatarak görüşmeyi iptal etti.


Ve ardından nedense beklediğim bir gelişme oldu. Neredeyse kazanovanın
"aşk hastalığı" belirtilerinin tıpatıp aynısı ve hatta biraz da
disosiyatif görünümlerle zenginleşmiş bir halde bu kez onuruna
fazlasıyla düşkün hanımda başgöstermişti. Israrlı çabalara dayanamamış,
nihayet sonunda o da aşka karşılık vermiş ama birkaç gün süren duygusal
yakınlaşma ve sonra ilk bedensel yakınlık, her şeyin bitmesi için yetip
de artmıştı. Sanki kazanovanın bunca ısrarı ve yaşadığı duygusal altüst
oluş, yalnızca bu birkaç gün içindi. Kadın, henüz hayatında ilk kez
aşkın coşkusunu yaşarken ve daha ne olduğunu anlayamadan adam, tam bir
geri çekilme yaşamaya başlamıştı; düne kadar kadını kazanmaya yönelik
ısrarı, şimdi tersine dönmüş, bir yolunu bulup onunla görüşmemeyi
başarabilmek tek amacı haline gelmişti. Kadınsa çaresizdi, onurunu
ayaklar altına alarak ve hatta yakalanma riskini göze alarak adamla
görüşebilmek için inanılmaz yollar deniyordu. Bütün bunları kendisine
yakıştıramıyordu; yirmili yaşlarındaki üniversite öğrencisi kızı yaşasa
bile kaldıramayacağı olaylar, şimdi onun başına geliyordu; her şeyi, bu
kabusu unutmak istiyordu. Bu isteğinden ve hayattaki her şeyden bir tek
koşulda vazgeçerdi: "O" geri dönse ve sevdiğini söylese...


VAKA II: (Fanatik aşk; karasevda; obsesif aşk)


Yaşadığı acıdan ve utançtan kurtulmak için yalvaran gözlerle bakıyordu;
nasıl dayanılmaz bir durumda olduğu her halinden belliydi. Ankara'ya göç
edeli beş yıl kadar olmuştu. Geldikleri İç Anadolu köyünde yaşarken
belli belirsiz olan kocasının işe yaramazlığı, sümsüklük düzeyindeki
sıkılganlığı, Ankara'ya geldiklerinde iyicene gün ışığına çıkmış,
kocasına iş bulmak da dahil olmak üzere tüm görevler onun sırtına
yüklenmişti. Bir süre iki küçük çocuklarıyla birlikte akrabalarının
yanında idare etmişler ama sonra kadının girişkenliği, sorup
soruşturmaları ve dişleri tırnaklarıyla çabalamalarıyla bir gecekondu
inşa etmeyi başarmışlardı.


Ne olduysa o musibet gün oldu. Belediye zabıtası yanlarına güvenlik
güçlerini de alarak yuvalarını yerle bir etmeye gelmişti. Gururluydu,
içi yanıyordu ama gerekirse evlerini yeniden yapacak kadar kendisini
güçlü hissediyor, diğerleri gibi ortalığı velveleye vermiyordu. Kocası
işteydi; iki kardeşiğunu yanına almış, bir köşecikte yıkımı izliyordu.
Hallerine acıyan bir polis memuru yanlarına gelmiş, nereli olduklarını,
ne yapacaklarını sorarak acılarını biraz olsun hafifletmeye çalışıyordu.
O gün onların evlerine sıra gelmedi; mahallenin direnci işe yaramış,
yıkım yarım kalmıştı. Derdini paylaşan polis memuru, oradan ayrılırken
bir sıkıntısı olduğunda karakoldan kendisini arayabileceklerini
söylemişti.


Ertesi gün, belki yıkıma engel olunabileceği gerekçesiyle memuru
karakolda ziyarete gitti. Tekrar konuştular; konuşmakla kalmayıp
bakıştılar, anlaştılar. Memurun da iki kardeşiğu vardı. İlk zamanlar
gözleri aşklarından başka bir şeyi görmezken, bir süre sonra buluşmalar
konusunda, ailesinin durumunu gerekçe gösterip polis memuru ayak
diremeye başladı. Memur giderek isteksizleşti, aralarındaki ilişkinin
geçici bir heves olduğunu, ikisinin de aile sorumluluklarına dönmeleri
gerektiğini söyleyerek kendi kabuğuna çekildi.


da böyle yapmaları gerektiğini biliyordu ama yine de her gün karakolun
önüne gitmekten, yemek ve iş çıkışlarında memurla bir kez olsun
konuşmaya çalışmaktan kendisini alıkoyamıyordu. Çabasında hep başarısız
oluyor ama adeta battıkça aşkına daha çok saplanıyordu. Gözü ne
kocasını, ne çocuklarını ne de ayaklar altına aldığı gururunu görüyordu;
yaşamak anlamını yitirmiş, eza cefa halini almaya başlamıştı. Artık
dayanacak hali kalmamıştı


VAKA III: (Borderline erotomani; sanrısal olmayan erotomani; çılgınca bağlanma bozukluğu)


27 yaşında, bekar, bayan, din dersi öğretmeni, kendi isteğinin dışında,
sevgilisi olduğunu ileri sürdüğü bir gencin önerisi üstüne onunla
ilişkisini düzeltebilmek amacıyla kliniğe başvurdu.


Bir yıl önce bir konferansta, İslami kesimde gençler arasında oldukça
sevilen bir genç aydını görmüş ve aşık olmuş. Birgün tezini bahane
ederek onunla tanışma fırsatı bulmuş, tezini bastırmak istediğini,
aslında tezin bahane olduğunu, kendisiyle tanışmanın peşinde olduğunu
söylemiş. Bugünden sonra günde kimi zaman 40-50' ye varacak şekilde,
bazen cinsel içerikte olmak üzere gencin çağrı cihazına aşk mesajları
geçmeye başlamış. Ona göre, ilk gördüğü anda genç aydın da ondan çok
etkilenmiş ama İslami çevrenin baskısıyla sevgisini ifade edemiyor,
çekingen davranıyormuş.


Son iki aydan beri çağrı cihazına mesaj bırakmakla yetinmiyormuş; bu
gencin evini bulmuş, birçok gece belki eve alır diye evin önünde
beklemeye; gittiği yerlere gitmeye, arkadaşlarının önünde onun
kendisiyle konuşmak için zorlamaya başlamış. Bir keresinde bu gencin
arkadaşları hastayı başlarından atabilmek için onu şehrin meydanında
dövmüşler. Bu olayın ardından aralarındaki gerilim ve genci takip ve
ikna çabaları daha da yoğunlaşmış. Genci ölümle tehdit etmeye, hiç
değilse öbür dünyada birbirlerine kavuşacaklarını söylemeye başlamış.
Hatta bir siyasi partiyle bağlantısı olan karate okulunun yöneticilerini
kendi namusunu kirlettiği gerekçesiyle bu genci tehditte kullanmış.
Sonunda genç, bir avukat tutmak ve gerekirse durumu mahkemeye intikal
ettirmek için harekete geçmiş. Bu arada eğer bir doktora giderse,
kendisiyle konuşabileceğini söyleyerek hastayı kliniğe göndermeyi
başarmış.


Kliniğe başvurduğunda yalnızca bu gençle kendisini bir kere konuşturmayı
sağlamamız için geldiğini, bu tek konuşmanın kendisine yeteceğini, bu
gence onun kendisini ne kadar sevdiğini kanıtlayacağını söyleyen hasta,
siyasi partideki yakınlarına baskı yaptırarak bu gençle tanıkların
yanında görüşmeyi sağladı. Genç, tanıkların yanında hastayla ilgili
hiçbir duygusal bağlantısı olmadığını açıkladı. Bunun üzerine hastanın
ajitasyonu daha da arttı; gencin kendi duygularını açıklamaktan
korktuğunu, çünkü İlahiyat Fakültesi hocalarının kendisiyle ilgili
çıkarttığı dedikodulardan etkilendiğini söyledi. İlahiyat hocalarını,
hatta eşlerini tehdit etmeye başladı.


Bu arada görüşmelere gelmeyi de aksatmadan sürdüren hastaya bu
tutumlarının devam etmesi halinde konunun adli psikiyatriye havalesinin
önüne geçemeyeceğimizin bildirilmesi üzerine, davranışlarını kontrol
etmeye çalışacağına ve 4 mg/gün pimozid almaya söz verdi ve bir hanım
terapistin gözlemciliği altında bireysel psikoterapisi sürdürülmeye
çalışıldı ancak başarı sağlanamadı.


VAKA IV: (Primer erotomani; De Clerambault sendromu)


28 yaşında, bekar, ilkokul mezunu, tarım işçisi bayan hasta. Kafasında
zonklama, kol ve bacaklarında uyuşma ve gerilme hissi yakınmalarıyla
acil servis başvurusu üzerine yatırıldı.


Yakınlarından kendisinden 15 yaş büyük, evli ve iki çocuk sahibi üst
düzey bir bürokratın kendisine aşık olduğunu ve önemli kişilerle
bağlantısı bulunduğunu iddia ettiği, son zamanlarda ise bedensel
yakınmalarının ortaya çıktığı öğrenildi.


Üç yıl önce ölen babasının rahatsızlığı döneminde kendilerine çok
yardımcı olmuş bir kasaba doktorunun başka yere tayinini engellemek
amacıyla gitmiş olduğu bakanlıkta sözkonusu üst düzey bürokratla
tanışmış. Ona göre bu bürokrat kendisini görür görmez aşık olmuş ve
evlenme teklif etmiş. Hasta ilkönce bu teklifi reddetmiş, ardından kabul
edip nişan hazırlıklarına başlandığı sırada bürokratın evli ve iki
çocuklu olduğu ortaya çıkmış. Ancak hasta buna rağmen müsteşar beyin
kendisini çok sevdiğini bildiğini çünkü ilçelerindeki kaymakamı ve
sevmediği devlet görevlilerini tayin etmesinden bunu anladığını, günde
8-10 kere bakanlığı aradığını, hemen telefon kapansa bile onun "Alo!"
demesinden ne kadar sevgi dolu olduğunun belli olduğunu söylüyordu.


Bu tarzda "ilişkileri" sürerken iki yıl önce müsteşarın kendisiyle
tartışması ve onu makamından kovması üzerine uykusuzluk, iştahsızlık,
sıkıntı, çok sigara içme, üzüntü şeklinde yakınmaları olmuş; üç ay süren
bu yakınma döneminde onbeş kilo kaybetmiş, ancak daha sonra müsteşar
bey için hırka örmüş, bu hırkayı bir kravat ve gömlekle birlikte
adresine göndermiş. Bu hediyelerden sonra müsteşarın onunla konuşmaya
başladığını, barıştıklarını düşünen hasta, hastaneye yatmadan önce
ilişkilerinin bozulduğunu, müsteşarın telefonlara çıkmadığını, bu
nedenle sıkıntıdan hastalandığını söylüyor. Müsteşarın bu tarzda
davranmasını boşanamadığı için duyduğu mahçubiyete bağlıyor; yoksa
aslında kendisini çok sevdiğini belirtiyordu.


Hastaneye yatışından bir süre sonra oldukça öforik ve canlı olan,
devletin çeşitli kademelerinde birçok tanıdığının bulunduğunu, hükümetin
onlara sunduğu projelerle icraat yaptığını söyleyen hasta, bütün
bunları Allah vergisi yeteneğine, babasının çok geniş bir çevresi
olmasına bağlıyordu.


Hasta yakınları, o güne kadar belirgin bir davranış bozukluğu
gözlemedikleri hastanın babasının ölümünün ardından yaşadığı iki aylık
ağır bir matemden sonra bu aşk hikayesini uydurduğunu ve bu senoryaya
göre davranmaya başladığını bildiriyorlar.


Psikiyatrik değerlendirilmesi sonucunda bipolar mizaç bozukluğu (manik
atak) + primer erotomani tanısı alan hastaya 15 mg/gün trifluoperazin
verilmesi ve haftada üç gün bireysel psikoterapi yapılması planlandı.
İki ay sonra mizacında yatışma, sanrısal sisteminde yumuşama başladı.
Tedaviye lityum eklenerek bir yıldan beri ayaktan izlenen hastanın
duygularında hafif dalgalanmalar olmakla birlikte erotomanik sanrısı
değişmeden sürmektedir.


VAKA V:


35 yaşında, bekar ilkokul mezunu bayan hasta. Ellerinde titreme,
çarpıntı, sinirlilik, ağlama, bağırma, kırıp dökme yakınmalarıyla
başvurdu. Ailenin beş kız kardeşiğundan en küçüğü. Okul başarısızlığı
nedeniyle ilkokulu 7 yılda bitirdikten sonra ortaöğrenimine devam
etmemiş. Gençlik yıllarından beri kavgacılık, huzursuzluk, sürekli
bedensel yakınma getirmesi nedeniyle çeşitli antidepresanları düzensiz
olarak kullanıyormuş.


Bir yıl önce evde illerinde yayın yapan bir radyoyu dinlerken, şiir
okuyan spiker dikkatini çekmiş, onunla tanışmak için yoğun bir istek
duymaya başlamış. Çok çeşitli yolları deneyerek sonunda bunu başarmış.
Tanıştıktan sonra ilgisi daha da yoğunlaşmış; onsuz olamayacağını
düşünmeye, her zaman her yerde onun sesini duymayı, yanında olmayı
istemeye başlamış. Günde 15-20 kez telefonla arar, reddedildiği halde
konuşmak için günde birkaç kere radyoya gidermiş. Spikerin onu
sevdiğiyle ilgili belirgin bir tutum örneği veremezken, daha çok
spikerin reddinin şiddetli olmamasını sevildiğine yorumlayan hasta, bir
keresinde spikerden dayak yediği halde bu düşüncelerinden ve arzusundan
vazgeçmemiş. İlaç parasından bile keserek ona hediyeler almayı
sürdürmüş. Spiker birçok kere hastaya hakaret etmiş, çeşitli biçimlerde
reddini ifade etmeye çalışmış ancak hasta spikerin gerçekte kendisini
sevdiğini, çevresindekilerin onu engellediğini düşünüyormuş. Hastaneye
başvurmadam üç ay önce spiker bu kez bir başkasıyla nişanlandığını
söyleyince, yukarıdaki yakınmaları ortaya çıkmış; daha önceki depresif
belirtiler artmış.


Distimi + erotomani tanısıyla ve 6 mg/gün pimozid verilerek bir ay
klinikte izlenen hasta, taburculuğu sırasında spikeri artık hoş bir anı
olarak kalbine gömdüğünü, kendine yeni bir yol çizmek istediğini
bildiriyordu.


Sonuç


Bu yazıda, betimleyici psikiyatrinin sınırlayıcı bakışıyla yeterince
kavranamayan aşk patolojilerini, insan arzusuna getirilen Hegelci tanım
uyarınca, geniş bir spektrum içinde ele alan yeni bir modelin taslağını
sunduk. Bu modelde aşk patolojileri "karşılıksız aşk sendromu spektrumu"
adı altında ele alınmaktadır. "Karşılıksız aşk sendromu spektrumu"nun
bir ucunda gerçek ya da imgesel düzeyde sevdiğini düşündüğü kimsenin
arzusunu istediği düzeyde elde edemeyenlerin gösterdiği, çoğunlukla
mazokistik nitelikte olan ve normal sınırlar içinde değerlendirebilecek
tepkiler, diğer ucunda ise, günümüz psikiyatrisinde "erotomani", "De
Clerambault Sendromu" gibi adlar alan tekli-sanrısal bozukluk yer
almaktadır. Sendromun ortasında, normale yakın olan kısmında,
"karasevda" (infatuation), "obsesif aşk", "fanatik aşk" gibi adlar
verilen bozukluk ile "De Clerambault sendromu"na yakın olan kısmında
"borderline erotomani" adıyla anılan, "sanrısal olmayan erotomani" veya
"çılgınca bağlanma bozukluğu" (violent attachment bozukluğu) gibi adlar
da alan sanrının olmaması ve şiddet gösterileriyle karakterize bozukluk
bulunmaktadır.


Arzusu kendisinin istediği düzeyde karşılanmayan, geri çevrilen ya da
geri çevrildiğini düşünen kişinin tepkilerinin spektrumun neresinde yer
alacağı, kişinin sağlıklı bir kendilik organizasyonu gösterip
göstermemesine, nesne ilişkileri açısından sergilediği gelişimsel
performansa ve başvurduğu savunma mekanizmalarına bağlıdır. Kendilik
organizasyonu veya nesne ilişkileri açısından hangi noktaya gelindiği,
hangi savunma mekanizmaları ve hangi eş (partner) özelliklerinin
"karşılıksız aşk sendromu spektrumu"nu nasıl belirleyip etkilediği bir
başka yazının konusudur. Bir başka yazıda mutlaka ele alınması gereken
diğer noktalar da, bu modelin kapsamı içinde ya da buna benzer bir başka
modelde, aşk patolojileriyle çok yakından bağlantılı olan kıskançlık
patolojileri (Mullen ve Pathe 1994) ve aşk ve kıskançlık patolojilerine
karşı tedavi yaklaşımlarıdır.


Kaynaklar


Boast N, Coid J (1994) Homosexual erotomania and HIV infection. Br J Psychiatry, 164:842-846.


Cashdan S (1988) Object Relations Therapy. New York, W.W. Norton & Company.


Dunlop JL (1988) Erotomania between women. Br J Psychiatry, 153:830-833.


Ellis P, Mellshop G (1985) De Clerambault Syndrome a nosological entity? Br J Psychiatry, 146:90-93.


Evans DL, Jeckel LL, Slott NE (1982) Erotomania, a variant of pathological mourning. Bull Menninger Clin, 46:507-520.


Hallender MH, Callahan AS (1975) Erotomania or De Clerambault syndrome. Arch Gen Psychiatry, 32:1574-1576.


Jordan HW, Howe G (1980) De Clerambault Syndrome (erotomania): a review and case presentation. J Natt Med Assoc, 72:979-998.


Kernberg OF (1995) Love Relations: Normality and Pathology. New Haven-London, Yale University Press.


Kojeve A (1988) Köle-efendi diyalektiği. Çev. Bumin T. Defter, 6:7-29.


Lacan J (1981) The Four Fundamental Concepts of Psycho-analysis. Çev. Sheridan A. New York-London, W.W. Norton & Company.


Madun S (1995) Postyapısalcılık ve Postmodernizm. Çev. Güçlü AB. Ankara, Ark Yayınları, s. 7-31.


Meloy R (1989) Unrecuited love and the wish to kill: diagnosis and
treatment of borderline erotomania. Bull Menninger Clin, 53:477-492.


Meloy R, Gothard S (1995) Demographic and clinical comparison of
obsessional followers and offenders with mental disorders. Am J
Psychiatry, 152:258-263.


Mullen PE, Pathe M (1994) The pathological extensions of love. Br J Psychiatry, 165:614-623.


Pearl A (1972) De Clerambault Syndrome associated with folie a deux. Br J Psychiatry , 121:116-117.


Perez C (1993) Stalking: when does obsession become a crime? Am J Psychiatry Crim L, 20:263-279.


Raskin DE, Sullivan KE (1974) Erotomania. Am J Psychiatry, 131:1033-1035.


Rudden M, Gilmore M, Frances A (1980) Erotomania: a separate entity. Am J Psychiatry, 137 :1262-1263.


Rudden M, Sweeney J, Frances A (1990) Diagnosis and clinical course of
erotomanic and other delusional patients. Am j Psychiatry, 147:625-628.


Seeman M (1978) Delusional loving. Arch Gen Psychiatry, 35:1265-1267.


Segal JH (1993) Erotomania revisited: From Kraepelin to DSM-III-R. Am J Psychiatry, 146:1261-1266.


Stien MB (1986) Two cases of "pure" or "primary" erotomania successfully
treated with pimozide (letter). Can J Psychiatry, 31:289-290.


Taylor P, Mahedra B, Gunn J (1983) Erotomania in males. Psychol Med, 13:645-650.


Zona M, Sharma K, Lane J (1993) A comparative study of erotomanic and
obsessional subjects in forensic sample. J Forensic Sci, 38:894-903.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
KARŞILIKSIZ AŞK SENDROMU
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» karşılıksız backlink alacagınız siteler (ücretsizdir)
» Down sendromu nedir?
» Couvade Sendromu
» Down sendromu vardır
» Down Sendromu Genel

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paylaşım Türkiye :: Sağlık Bilgisi :: Ruh Sağlığı-
Buraya geçin: