Paylaşım Türkiye
aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi) 212
Paylaşım Türkiye
aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi) 212
Paylaşım Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


paylaşım forumu, site ekle, site tanıt, dizin
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlSite ekleGiriş yap

 

 aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
CooL_LiFe
Yetkingrafiker
CooL_LiFe


uyarı yok
Kova Mesaj Sayısı : 1003
Doğum tarihi : 25/01/11
Kayıt tarihi : 07/07/10
Yaş : 1013
Nerden : İstanbul
Sitemizi kim tavsiye etti : Admin

Kişi sayfası
Altın Altın: 0
Para Para: 0

aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi) Empty
MesajKonu: aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi)   aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi) EmptyÇarş. 14 Tem. - 16:06

Aşk
kimliğimin oluşmasında anlamlı bir örneklemeydi Zehra ninenin
hayatı…yaşı ve kişiliği ile saygı gören örnek timsali bir Osmanlı
kadını…karşı komşumuz,annemin en çok girip çıktığı ve sevdiği
büyüklerinden,dostlarından biri…annemin akıl hocası,ailecek bizim evde
saygı gören ve çok sevdiğimiz bir sima…benim ve ablamın büyütülmesinde
çok emeği dokunan fedakar kişi…az konuşan,konuştuğu zaman ise söylemiş
olduğu anlamlı sözlerle az konuşmasındaki farkı kapatan,okyanuslar kadar
derin bir yüreğe sahip olan Zehra nine…tek başına yaşıyordu…her sabah
işe giderken onu cam kenarında görmeye o kadar çok alıştım ki,göz,göze
gelip tebessüm etmesi,sıcak bakışı,selamlaması,hayır dualar eşliğinde
uğurlaması onun bir adeti olmuştu…akşam iş dönüşlerimde yine her zaman
olduğu gibi aynı yerinde’’cam kenarında!’’…sevdiği komşulardan başka
hiçbir yakını olmayan Zehra ninenin cam kenarlarında yaşlanmasında ki
sebep neydi…dört duvar arasında yalnızlığı paylaşıyordu…kışın soğuğuna
tutulmuş bir bahar sabahı yaşıyordu yüreği,bakışlarındaki derinlik ve
gizem bakanı çekiyordu…sessizliğin ve yalnızlığının arkasındaki sır
perdesi her gecen gün bendeki merak duygusunu
kamçılıyordu…suskunluğu,pencere önlerindeki çaresiz bekleyişi hangi
olayın sonucuydu,beklenen kimdi…tek başına yaşadığı evinde
geceye,karanlığa neler fısıldıyordu…bir çok kez anneme Zehra ninenin
neden yalnız olduğunu sordum,cevabı oda bilmiyordu…Zehra ninenin
geçmişiyle ilgili hiçbir kimsenin fikri yoktu,cevap yine kendinde
saklıydı…Zehra nine neden bu kadar yalnızdı,neden bazen gözleri boşluğa
dalıyordu,çam kenarlarında beklerken içinden ne geçiriyordu,kimi
bekliyor ve düşünüyordu…


içimde bu
sırrı öğrenme arzusu gittikçe büyümekteydi,kabalıkta olsa müsait bir
zamanında soracaktım kendisine…


iş yerinde
öğle vakti telefonum çaldı,arayan annemdi,Zehra ninen akşam bize yemeğe
gelmek istedi bilirsin ki o davet edilmeden gelemez,geldiğine göre
önemli bir şey var sende yemeğe erken gel istersen oğlum dedi,bende
tamam diyip kapadım telefonu…içeme bir korku düştü,acaba kadın cağız
öleceğini mi anladı da son vasiyetini mi bildirecekti…Allah korusun!…


akşam oldu
eve gittim aceleyle,yemek hazırlanmıştı,herkes Zehra nineyi
bekliyordu,oda fazla gecikmeden geldi…yemek faslı bittikten sonra
hepimiz içeriye geçtik…anlıyorduk ki Zehra ninenin bize anlatacakları
vardı…pür dikkat Zehra nineye odaklanmıştık,acaba ne anlatacaktı…


Bu yaşıma
kadar herkes neden yalnız olduğumu kimim,kimsem olup olmadığını,
suskunluğumu meraklandı durdu,ben ise hiçbir kimseye bir şey
anlatmadım…sen istiyorsun diye anlatıyorum dedi gözlerime bakarak…o an
başımdan aşağıya bir kaynar kazan döküldü sanki,benim meraklandığımı
nereden anladı,utanmıştım!…utandığımı fark edince tebessüm etmeye
başladı ve devam etti sözlerine…


Ben bir
zamanlar birini çok sevmiştim,ismi Yusuf’tu,daha on yedi
yaşımdaydım,Yusuf ise yirmi yaşındaydı…birbirimizi çok seviyorduk ve
evlenmek istiyorduk…ikimizde ailesi bu inzivaca razı değildi,geçmişte
yaşanmış bir husumet vardı aralarında, lakin bende,Yusuf’ta birbirimize
ölesiye bağlıydık…ailelerimizin olmaz diye diretmeleri bu aşkın önüne
set olarak çekiliyordu,ama yaşanılan aşk o kadar büyüktü ki ne
ailelerimiz nede başka bir etken bu aşkın önüne perde bile
olamazdı…Yusuf’un ailesi de benim ailemde böyle bir evliliğin olması
ihtimalinde bizi evlatlıktan reddedeceklerini söylüyorlardı…


Biz bütün
yaşanılanlara rağmen evlendik,artık köyde kalmazdık,Yusuf’un süt
annesinin yanına yerleştik,ailem yanımda değildi,bu bir
hatamıydı?tartışılır!’’ ama Yusuf’la yaşamış olduğum her saniye bunun
bir hata olmadığını aksine iki ailenin bir biriyle aralarındaki sorun
yüzünden bu kadar temiz bir aşkı kirlettiklerini haykırıyordu
yaşadıklarımız…


Yusuf askere
gidinceye kadar her şey çok güzeldi,evleneli çok az bir zaman olmasına
rağmen bu ayrılığa nasıl dayanacaktım…Allahtan sabır istedim…Yusuf’un
bir an önce gelmesi için dua ediyordum…ayrılık gecesi, Yusuf’u yarın
askere uğurlayacaktım,o geceyi hiç unutmuyorum,o gece ikimizde hiç
uyumadık,Yusuf sürekli ben gelmesem beni unutma diyordu,bende hep
kızıyordum ona,ne olur böyle şeylerden bahsetmeyelim diye…


O zamanlar
böyle telefonlar yok,ayda bir mektubu geliyordu,hep şiir havasında aşk
yazıları yazıyordu,benim okumam,yazmam olmadığı için muhtarın oğlu
okuyordu,sağ olsun yazmak istediğim zamanda o yazıyordu…bir ay sonraki
mektubunda Kore’ye savaşa gideceğini yazıyordu,o esnada içime bir korku
düştü,aklıma gelen musibetleri hayra yormaya çalışsam da bu ateş içimi
yakıyordu…bekledim bir ay mektup gelmedi,iki ay oldu bir ses yok,üç
ay,bir yıl geçti hala bir haber yok…günler geçtikçe içimdeki ateş beni
yakıp kül ediyordu…postacıyı her gördüğümde yolunu kesiyordum
Yusuf’umdan bir haber var mı diye…içimdeki korku,sabır ve duaların
eşliğinde bekliyorum,ama bir haber yok…gideli tam iki sene oldu,Yusuf’un
ne yaşadığına nede öldüğüne dahil bir haber veren yoktu…muhtarın
aracılığı ile her yere baş vurdum,onların dediği dua etmek ve
beklemekten başka yapacağımız bir şey yok…üç yıl oldu hala bir haber
yok…ölebileceği ihtimalini hiç düşünmek istemiyordum… ölmemeliydi,
ölemezdi hayır ölecekse beni de öldürsün öyle ölelim…ben şimdi ne
yaparım,kimlere sığınırım,hayatta tek varlığım Yusuf’um yokken hangi gün
benim için aydınlık olur…


Muhtar bir
gün beni yanı çağırdı,koşarak gittim yanına bir haber var mı diye…

Kore hükümeti sana aylık bağlamış
bir miktarda para yollamışlar kızım,onlarda artık ümidi kesmişler
Yusuf’tan,ya esir düşmüş yada ölüsü tanınmayacak hale gelmiştir
diyorlar…sende bir an önce kendini toparla,ölenle ölünmez,bak daha çok
gençsin…almış olduğum kötü haberin yükü ile adım bile
atamıyordum,yığılıp kalmıştım olduğum yere,bir vakit kendime
gelemedim…ne kolay demişti muhtar Yusuf’u unutman lazım diye…ben nasıl
unuturum,nasıl kabullenirim,yokluğuna nasıl dayanırım…


içimdeki çıkmazlar,çaresizlik,umutsuzluk,huzursuzluk
gün geçtikçe büyüyordu,aklıma yapabilecek mantıklı hiçbir şey
gelmiyordu sadece boş,boş izliyordum Yusuf’tan arta kalan dünyayı,ne var
ki Yusuf benim hayatımın tümünü oluşturuyordu ondan arta kalan ise
sadece boşluk…Yusuf’un süt annesi de bu olaylardan dolayı baya
yıpranmıştı,rahatsızlığı her gecen gün artmaktaydı…kalbi bir gün
olanlara yenik düştü ve onu da kaybetmiş oldum…artık tamamen
yalnızdım…vefattan sonra çocukları mirası paylaşmak için geldiler,bütün
olanların üstüne birde evsizlik eklenmiş oldu,şimdi başımı sokacağım bir
evimde kalmadı…bende ailemin yanına dönmeyi en doğru karar olarak
gördüm ama onlar beni kabul etmediler…ne yapacağımı iyice şaşırmış bir
duruma geldim ve hemen muhtarın yanına koştum,beraber kasabaya inip
benim adıma yatırılan parayı çektim artık köyde kalmak istemiyordum,bu
parayla şuan oturmuş olduğum evi satın aldım,aylığımda her ay bankaya
yatıyordu,maddi olarak bir sıkıntım söz konusu değildi…


Yusuf benim
için ilahi bir dokunuş,bir hediyeydi…onunla yaşamış olduğum kısa
mutluluk,beraberlik beni sonsuz saadet ve huzura sevk etti…aşkı beni
deryalara Ummanlara taşıdı…sır iklimlerinden teker,teker geçiyordum…ilk
başlarda en çok canımı yakan Yusuf’un bir mezar taşının dahi
olmamasıydı,zamanla buna da alıştım…yüreğimin,ruhumun en değerli olan
köşesini onun mabet’i yaptım…en dara düştüğüm anlarda Yusuf’un
hayali,güzel sureti karşıma dikiliyordu,seni hiç unutmadım,unutamam
diyordu bana…


Bende o hep
yanımdaymış gibi yaşıyordum,sabahları işe uğurlarcasına pencerede
bekliyorum,akşam dönecekmiş gibi yolunu gözlüyorum…hiçbir zaman onun
yokluğunu hissetmedim,hissedemezdim…ona ihtiyaç duyduğum her anımda
varlığı ile bana kol kanat geriyordu…şimdi sorarım sana kayıpsehirler
aş(ı)k ölür mü?…


Evdeki
herkes ağlıyordu,Zehra nine hepimizi hayal dünyasına hüzünlenmeye
götürmüştü,meraklanmış olduğum bir hayat hikayesinin yerini keşkeler
aldı…neden ben böyle bir aşk bulamıyorum Zehra nine diye haykırmak
geliyordu içimden…ilk başlarda mantık ve değer yargıları göz önüne
alınarak başlayan aşk! ,her aşaması ile,ilahi bir dokunuşa mazhar
olsa,kalbe işlense,ben kah ağlayan,kah gülen yürek güvercini olsam
rengarenk,ruhum bedenden cıksa,çöllere düşse ve oradan alemi seyreylese
ama ben aşık olsam tutarsızca,sınırsızca,sonsuzcasına,hani ölümü
öldürürcesine,karşı dururcasına…aş(ı)k ölmez be Zehra nine,hiç ölür
mü,aşık olan yanılır mı,aldanır mı,yarı yolda kalır mı,sen hiç yolda
kaldın mı,aşk seni hiç yarım bıraktı mı Zehra nine…aşka nikahım kıyıldı
mihri ölüm oldu,beni aşkla öldürün halaca Mansur gibi,kays(mecnun)gibi…

Aşk kimliğimin oluşmasında anlamlı
bir örneklemeydi Zehra ninenin hayatı…yaşı ve kişiliği ile saygı gören
örnek timsali bir Osmanlı kadını…karşı komşumuz,annemin en çok girip
çıktığı ve sevdiği büyüklerinden,dostlarından biri…annemin akıl
hocası,ailecek bizim evde saygı gören ve çok sevdiğimiz bir sima…benim
ve ablamın büyütülmesinde çok emeği dokunan fedakar kişi…az
konuşan,konuştuğu zaman ise söylemiş olduğu anlamlı sözlerle az
konuşmasındaki farkı kapatan,okyanuslar kadar derin bir yüreğe sahip
olan Zehra nine…tek başına yaşıyordu…her sabah işe giderken onu cam
kenarında görmeye o kadar çok alıştım ki,göz,göze gelip tebessüm
etmesi,sıcak bakışı,selamlaması,hayır dualar eşliğinde uğurlaması onun
bir adeti olmuştu…akşam iş dönüşlerimde yine her zaman olduğu gibi aynı
yerinde’’cam kenarında!’’…sevdiği komşulardan başka hiçbir yakını
olmayan Zehra ninenin cam kenarlarında yaşlanmasında ki sebep neydi…dört
duvar arasında yalnızlığı paylaşıyordu…kışın soğuğuna tutulmuş bir
bahar sabahı yaşıyordu yüreği,bakışlarındaki derinlik ve gizem bakanı
çekiyordu…sessizliğin ve yalnızlığının arkasındaki sır perdesi her gecen
gün bendeki merak duygusunu kamçılıyordu…suskunluğu,pencere önlerindeki
çaresiz bekleyişi hangi olayın sonucuydu,beklenen kimdi…tek başına
yaşadığı evinde geceye,karanlığa neler fısıldıyordu…bir çok kez anneme
Zehra ninenin neden yalnız olduğunu sordum,cevabı oda bilmiyordu…Zehra
ninenin geçmişiyle ilgili hiçbir kimsenin fikri yoktu,cevap yine
kendinde saklıydı…Zehra nine neden bu kadar yalnızdı,neden bazen gözleri
boşluğa dalıyordu,çam kenarlarında beklerken içinden ne
geçiriyordu,kimi bekliyor ve düşünüyordu…


içimde bu sırrı öğrenme arzusu gittikçe
büyümekteydi,kabalıkta olsa müsait bir zamanında soracaktım kendisine…


iş yerinde
öğle vakti telefonum çaldı,arayan annemdi,Zehra ninen akşam bize yemeğe
gelmek istedi bilirsin ki o davet edilmeden gelemez,geldiğine göre
önemli bir şey var sende yemeğe erken gel istersen oğlum dedi,bende
tamam diyip kapadım telefonu…içeme bir korku düştü,acaba kadın cağız
öleceğini mi anladı da son vasiyetini mi bildirecekti…Allah korusun!…


akşam oldu
eve gittim aceleyle,yemek hazırlanmıştı,herkes Zehra nineyi
bekliyordu,oda fazla gecikmeden geldi…yemek faslı bittikten sonra
hepimiz içeriye geçtik…anlıyorduk ki Zehra ninenin bize anlatacakları
vardı…pür dikkat Zehra nineye odaklanmıştık,acaba ne anlatacaktı…


Bu yaşıma
kadar herkes neden yalnız olduğumu kimim,kimsem olup olmadığını,
suskunluğumu meraklandı durdu,ben ise hiçbir kimseye bir şey
anlatmadım…sen istiyorsun diye anlatıyorum dedi gözlerime bakarak…o an
başımdan aşağıya bir kaynar kazan döküldü sanki,benim meraklandığımı
nereden anladı,utanmıştım!…utandığımı fark edince tebessüm etmeye
başladı ve devam etti sözlerine…


Ben bir
zamanlar birini çok sevmiştim,ismi Yusuf’tu,daha on yedi
yaşımdaydım,Yusuf ise yirmi yaşındaydı…birbirimizi çok seviyorduk ve
evlenmek istiyorduk…ikimizde ailesi bu inzivaca razı değildi,geçmişte
yaşanmış bir husumet vardı aralarında, lakin bende,Yusuf’ta birbirimize
ölesiye bağlıydık…ailelerimizin olmaz diye diretmeleri bu aşkın önüne
set olarak çekiliyordu,ama yaşanılan aşk o kadar büyüktü ki ne
ailelerimiz nede başka bir etken bu aşkın önüne perde bile
olamazdı…Yusuf’un ailesi de benim ailemde böyle bir evliliğin olması
ihtimalinde bizi evlatlıktan reddedeceklerini söylüyorlardı…


Biz bütün
yaşanılanlara rağmen evlendik,artık köyde kalmazdık,Yusuf’un süt
annesinin yanına yerleştik,ailem yanımda değildi,bu bir
hatamıydı?tartışılır!’’ ama Yusuf’la yaşamış olduğum her saniye bunun
bir hata olmadığını aksine iki ailenin bir biriyle aralarındaki sorun
yüzünden bu kadar temiz bir aşkı kirlettiklerini haykırıyordu
yaşadıklarımız…


Yusuf askere
gidinceye kadar her şey çok güzeldi,evleneli çok az bir zaman olmasına
rağmen bu ayrılığa nasıl dayanacaktım…Allahtan sabır istedim…Yusuf’un
bir an önce gelmesi için dua ediyordum…ayrılık gecesi, Yusuf’u yarın
askere uğurlayacaktım,o geceyi hiç unutmuyorum,o gece ikimizde hiç
uyumadık,Yusuf sürekli ben gelmesem beni unutma diyordu,bende hep
kızıyordum ona,ne olur böyle şeylerden bahsetmeyelim diye…


O zamanlar
böyle telefonlar yok,ayda bir mektubu geliyordu,hep şiir havasında aşk
yazıları yazıyordu,benim okumam,yazmam olmadığı için muhtarın oğlu
okuyordu,sağ olsun yazmak istediğim zamanda o yazıyordu…bir ay sonraki
mektubunda Kore’ye savaşa gideceğini yazıyordu,o esnada içime bir korku
düştü,aklıma gelen musibetleri hayra yormaya çalışsam da bu ateş içimi
yakıyordu…bekledim bir ay mektup gelmedi,iki ay oldu bir ses yok,üç
ay,bir yıl geçti hala bir haber yok…günler geçtikçe içimdeki ateş beni
yakıp kül ediyordu…postacıyı her gördüğümde yolunu kesiyordum
Yusuf’umdan bir haber var mı diye…içimdeki korku,sabır ve duaların
eşliğinde bekliyorum,ama bir haber yok…gideli tam iki sene oldu,Yusuf’un
ne yaşadığına nede öldüğüne dahil bir haber veren yoktu…muhtarın
aracılığı ile her yere baş vurdum,onların dediği dua etmek ve
beklemekten başka yapacağımız bir şey yok…üç yıl oldu hala bir haber
yok…ölebileceği ihtimalini hiç düşünmek istemiyordum… ölmemeliydi,
ölemezdi hayır ölecekse beni de öldürsün öyle ölelim…ben şimdi ne
yaparım,kimlere sığınırım,hayatta tek varlığım Yusuf’um yokken hangi gün
benim için aydınlık olur…


Muhtar bir
gün beni yanı çağırdı,koşarak gittim yanına bir haber var mı diye…

Kore hükümeti sana aylık bağlamış
bir miktarda para yollamışlar kızım,onlarda artık ümidi kesmişler
Yusuf’tan,ya esir düşmüş yada ölüsü tanınmayacak hale gelmiştir
diyorlar…sende bir an önce kendini toparla,ölenle ölünmez,bak daha çok
gençsin…almış olduğum kötü haberin yükü ile adım bile
atamıyordum,yığılıp kalmıştım olduğum yere,bir vakit kendime
gelemedim…ne kolay demişti muhtar Yusuf’u unutman lazım diye…ben nasıl
unuturum,nasıl kabullenirim,yokluğuna nasıl dayanırım…


içimdeki çıkmazlar,çaresizlik,umutsuzluk,huzursuzluk gün
geçtikçe büyüyordu,aklıma yapabilecek mantıklı
hiçbir şey
gelmiyordu sadece boş,boş izliyordum Yusuf’tan arta kalan dünyayı,ne var
ki Yusuf benim hayatımın tümünü oluşturuyordu ondan arta kalan ise
sadece boşluk…Yusuf’un süt annesi de bu olaylardan dolayı baya
yıpranmıştı,rahatsızlığı her gecen gün artmaktaydı…kalbi bir gün
olanlara yenik düştü ve onu da kaybetmiş oldum…artık tamamen
yalnızdım…vefattan sonra çocukları mirası paylaşmak için geldiler,bütün
olanların üstüne birde evsizlik eklenmiş oldu,şimdi başımı sokacağım bir
evimde kalmadı…bende ailemin yanına dönmeyi en doğru karar olarak
gördüm ama onlar beni kabul etmediler…ne yapacağımı iyice şaşırmış bir
duruma geldim ve hemen muhtarın yanına koştum,beraber kasabaya inip
benim adıma yatırılan parayı çektim artık köyde kalmak istemiyordum,bu
parayla şuan oturmuş olduğum evi satın aldım,aylığımda her ay bankaya
yatıyordu,maddi olarak bir sıkıntım söz konusu değildi…


Yusuf benim
için ilahi bir dokunuş,bir hediyeydi…onunla yaşamış olduğum kısa
mutluluk,beraberlik beni sonsuz saadet ve huzura sevk etti…aşkı beni
deryalara Ummanlara taşıdı…sır iklimlerinden teker,teker geçiyordum…ilk
başlarda en çok canımı yakan Yusuf’un bir mezar taşının dahi
olmamasıydı,zamanla buna da alıştım…yüreğimin,ruhumun en değerli olan
köşesini onun mabet’i yaptım…en dara düştüğüm anlarda Yusuf’un
hayali,güzel sureti karşıma dikiliyordu,seni hiç unutmadım,unutamam
diyordu bana…


Bende o hep
yanımdaymış gibi yaşıyordum,sabahları işe uğurlarcasına pencerede
bekliyorum,akşam dönecekmiş gibi yolunu gözlüyorum…hiçbir zaman onun
yokluğunu hissetmedim,hissedemezdim…ona ihtiyaç duyduğum her anımda
varlığı ile bana kol kanat geriyordu…şimdi sorarım sana kayıpsehirler
aş(ı)k ölür mü?…


Evdeki
herkes ağlıyordu,Zehra nine hepimizi hayal dünyasına hüzünlenmeye
götürmüştü,meraklanmış olduğum bir hayat hikayesinin yerini keşkeler
aldı…neden ben böyle bir aşk bulamıyorum Zehra nine diye haykırmak
geliyordu içimden…ilk başlarda mantık ve değer yargıları göz önüne
alınarak başlayan aşk! ,her aşaması ile,ilahi bir dokunuşa mazhar
olsa,kalbe işlense,ben kah ağlayan,kah gülen yürek güvercini olsam
rengarenk,ruhum bedenden cıksa,çöllere düşse ve oradan alemi seyreylese
ama ben aşık olsam tutarsızca,sınırsızca,sonsuzcasına,hani ölümü
öldürürcesine,karşı dururcasına…aş(ı)k ölmez be Zehra nine,hiç ölür
mü,aşık olan yanılır mı,aldanır mı,yarı yolda kalır mı,sen hiç yolda
kaldın mı,aşk seni hiç yarım bıraktı mı Zehra nine…aşka nikahım kıyıldı
mihri ölüm oldu,beni aşkla öldürün halaca Mansur gibi,kays(mecnun)gibi…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.axtorhtmlkodlari.tr.gg
 
aş(ı)k ölmez…(güzel bir aşk hikayesi)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» bir sitede gödüm - konu güzel ama yorumlar daha da güzel :)
» Ölümün Hikâyesi
» Anzaklı Ömer'in Hikayesi
» İbrahim Amca'nın Hikayesi
» Dünyanın En İnanılmaz 7 Hırsızlık Hikayesi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Paylaşım Türkiye :: Genel Kültür :: Makaleler & Şiirler-
Buraya geçin: